Hiç bazı insanların, hayatınıza dahil olmasıyla birlikte potansiyel bir misyon taşıdıkları ihtimalini düşündünüz mü? Ya da sadece belirli bir zaman dilimi içerisinde görevlerini tamamlamak üzere gönderildiklerini? Açıkça konuşmam gerek, ben daha önce böyle bir şeyin varlığından bile haberdar değildim. Ardarda, ikinci yazımı kişisel farkındalıklar ile alakalı naçizane tavsiyelerle dolduracağım, fakat bunun ilerideki hayatlarımızda çok daha sağlıklı ve mutlu bir ömür geçirmemiz hususunda oldukça kritik bir yere sahip olduğunu düşünmüyor olsam, kesinlikle şahsi mevzuları sizlerle paylaşarak vaktinizi almayacağımı bilmenizi isterim. :) Sevgili okurlara "hayatın içinden bazı gerçekçi arkadaşlık tavsiyeleri" adı altında bir öneriler silsilesi sunmaktan ziyade ben aslında çok şaşırdığım 1-2 cümleyle alakalı yaşadığım aydınlanma deneyimini aktarmak istiyorum. Artık dönüp dönüp beraber bakarız belki? İhtiyacınız olmaması mümkün değil. Çok önemli analizler diyorum!?
Yazar-okuyucu arasındaki aşırı samimiyet anına ulaşmadan önce şunu da hemen ekleyeyim; bu yazı, insanlara verdiği değeri daha üst yerlerde tutarak kendi benliğinden uzaklaşmaya başlayanlar içindir. "İyi geceler sayın dinleyiciler, burası kaybedenler kulübü" gibi bir temaya istemeden kayıyoruz ama bu gibi meseleleri Nejat İşler'e bağlamadan aktarmak gerçekten çok zor... Yani bazı ilişki konularında uykunuz kaçacak kadar fazla düşünmüyorsanız, incelikten kopmak üzere değilseniz, kendi mutluluğunuzu daha ön planda tutabilecek kadar bilinçli ve sağlıklı bir zihne sahipseniz bu yazıyı atlayıp diğer daha eğlenceli yazılarımı okumanızı isterim.
Evet direkt Kaybedenler Kulübü'nden bir replikle aydınlama seansımıza başlayalım:
– Naber?
+ Standart.
– Allah standarttan ayırmasın.
Aslında size anlatmak istediğim şey tam olarak bununla alakalı değildi, neyse ben yine de bağdaştırabileceğimi düşünüyorum...
İnsanlara neden hep 'iyiyiz' cevabını verdiğimizi anlamış değilim. Dürüst olalım, o anda gerçekten iyi olarak cevap veren kaç kişi vardır? Biz gerçekten neye göre iyiyiz veya kötüyüz? Standart olmayı neden bu kadar aşağılıyoruz, ya da kötü olmanın nesi kötü? Hepimizin net ve dolaysız bir sağlıklı iletişime ihtiyacı var, bu iletişimleri kurmayı başarabildiğiniz insanları lütfen bırakmayın öncelikle. Karşındakinizin niyetini okumaya başladığınız an, dolaylı sohbetlerle dolu bir çıkmaza girdiğiniz o ilişkinin başlangıcı demektir. Ama şunu da unutmamamız lazım, dostluk dinamikleri şekil değiştiren yapıdadır. Bu, olumlu anlamda değişiklik gösteren, yıllardır beraber büyüyüp geliştirdiğimiz harika dostluklarla da görülebilirken gittikçe arkadaşlığınızı yalnızlaştıran çok değerli dostlarınızla da acı bir şekilde tecrübelenebilir. Evet, böyle şeyler olabiliyor.
"Ben buyum kızım. Hiç saklamadım, sana hiç yalan söylemedim. Hiç değişmedim."
Kaybedenler Kulübü'nden alakasız bir replikle devam edelim ve şu konuda kendimize dürüst olalım: "Ben hiç böyle bir şeyi yaşamadım?" diyen biri büyük ihtimalle şu anda bunu yaşıyor. Ha "Yoo, yaşamıyorum?" diyorsa da ileride kesin yaşayacak. Çünkü bunu ben bile yaşadıysaaaaaaam diye bir çay çekirdek sohbeti kıvamında devam etmek isterdim ama "Ya ben çok iyi niyetli olduğum için böyle oldu." gibi ağzımıza pelesenk olmuş sohbetlerden de sıkıldık hepimiz.
Zaten kiminle sosyal hayatımızla, arkadaşlık ilişkilerimizle alakalı sohbet etmeye başlasak, "ben fazla iyi niyetli olduğum için kaybettim" gibi tipik bir cümle ve devamında aslında iki tarafın da oldukça saçmalamış olduğu hikayeleri dinler dururuz. Belki de bu cümleyi biraz daha az kullanmalıyızdır.
Size bazı alternatif versiyonları yazıyorum:
"Karşımdaki kötü niyetliydi."
Bu oldukça net bir ifade. Tıpkı -"Naber?" ,"-Standart". diyaloğu gibi. Bazı şeyleri de çok kurcalamamak lazım. Standart işte. Üzerine gitmeyin, ederi bu.
Ama yine de "Ben fazla iyi niyetliydim" alt metinli klişe diyebileceğimiz bu cümleye çok da haksızlık etmemek lazım. Fazla iyi niyetli olmanın kötü biri olmaktan çok daha yıkıcı sonuçlar doğurduğunu deneyimlediğimi göz ardı etmek de istemiyorum. Şurayı vurgulayayım; iyi niyetli olmak değil, fazla iyi niyetli olmakla alakalı konuşuyoruz. Bu kesinlikle doğru yönetilmesi gereken bir kişilik özelliğidir. Kötü güçlerin elinde ölümcül bir silaha dönüşebileceği gibi ileride kendinizi yok etmenize yarayacak bir imha butonu haline de bürünebilir.
Ben bununla alakalı madde madde samimi tavsiyeler sunmak yerine, kendimce kesin bir çözüm yolu sunduğunu düşündüğüm bir yaklaşım önereceğim size şimdi. Yıllardır beraber olduğumuz biricik arkadaşımla yaptığımız değerli muhabbetler sonucunda vardığımız, beni çok ciddi boyutta hayatımın her alanında kurduğum ilişkilerde beni aydınlatan ve aklımın bir köşesinde ömür boyu yer eden bir cümle:
İnsanları konumlandırmayı dene.
Bu basit cümle benim hayatımın gidişatını etkiledi. *abartmıyorum.
Kendi duygularımı ve doğrularımı karşı taraftan daha önemsiz bi' yere indirgediğim, hayır demekten aciz olduğum ve ortak noktada gönüller bir olsun mantalitesinde geçirdiğim birkaç aylık içsel işkenceden sonra bu basit cümlenin bana nasıl iyi geldiğini size anlatamam. Sürekli karşımdaki belirli kaplara göre şekil almaktan, karşımdaki yakın olduğum kişilerle sürekli aynı frekanslarda olamayabileceğimiz ihtimalini unutmuşum. Bu noktada kendimden ufak bir özür de dileyebilirim. Akışkanlığım ve özgürlüğümü ketenpereye aldığım için yani..
Herkes için en iyi olmak ve herkese yetebilmek gibi bir misyon yüklemek doğru değil sevgili okurlar. Gidişatta bi' terslik varsa, belki de kendimizee uygun olduğunu düşündüklerimizi kendimizin seçme zamanı gelmiştir.
Empati dolu telkin konuşmalarının, ilişkileri düzeltmek ve yenilemek için eşi benzeri olmayan çabaların, veya kişileri hayatınızdan çıkarmanın bazen çok yersiz veya mümkün olmadığı anlar yaşayabiliyoruz. Özellikle de netlikten hoşlanan karakterlerseniz, gri renkteki ilişkiler sonuca ulaşmak istediğimiz bunaltıcı durumlar olarak karşımızda duruveriyor. "Ya çok iyi olalım ya da hiç olmasın!" gibi bir algının çok da sağlıksız olduğunu düşünmüyorum, fakat yine de bunun mümkün olmadığı hayat akışlarında buluveriyoruz kendimizi.
Bazen gözümüzün önündeki perdeleri fark ettiğimizde, o perdeleri kendimizin koyduğu gerçeği önümüze pat diye çıkar. Sevdiklerimizin olumsuzluklarını görmek istemeyiz. Kendimizi o zamanla kurulan ikili enerjinin konforundan uzaklaştırmak istemeyiz. Ama zaten kim ister ki bu enerjinin tek yönlü olduğunu görmek? Perdeleri koyuveririz gözlerimize, özellikle de zamanla bununla yıpranacağımızı bile bile.
Bir şeylerin senin hayatındaki süresi dolmuş olamaz mı?
Beraber dostluğa ve insan olmaya dair yaptığımız aşırı koyu, komik ve enteresan analitik sohbetin devamında biricik dostum bu cümleyi ekledi. Evet. Dolmuş olabilir, bu kaçırdığım çok önemli bir noktaydı. Ben hayatıma aldığım herkesin kalıcı olacağına kendi ikna ederek ilişkilere başlıyorum. Hepsine değil tabii, güzel şeyler paylaşılan arkadaşlıklardan bahsediyorum.
Ama o kadar önemli bir noktayı unutuyoruz ki...
Ne oluyo' biliyor musunuz...
Bir süre sonra bazı konular flashback halinde akıllara gelir, gözünüz açılır, sorular oluşur: Karşınızdaki o çok önemsediğiniz arkadaş aslında onun için mutlu olduğunuz kadar sizin için mutlu oluyor mudur? Gözlerinden hislerini bile anlayabilecek kadar yakınlık duyduğunuz bu kişi her zaman negatif olmayan, iyi niyetli yaklaşımlarda bulunuyor mudur? Veya onunla en basit bir sohbette bile alt metni belli olmayan konuşmalar yapabiliyor musunuz?
Eğer sizin de benim gibi bu sorulara çok üzülerek hayır cevabı verdiğiniz bir arkadaşlık ilişkiniz olduğunu tespit ederseniz, sizden ricam biraz durun ve düşünün. Bu kişinin hayatınıza bir misyon edinerek gelmiş olabileceğini düşünün. Zamanı dolmuştur belki de. Konumlandırın gitsin. Beraber kitaplardan konuşuyorsanız sadece onu konuşun. Derinleştirmeden daha yüzeysel. Veya normalde sürekli yemek tarifleri paylaştığınız biriyse onu yapmanız yeterli. Belli bir kanal bulun ve o kanalın dışına çıkmadığınız mesafeli ve konforlu bir alan bulun. Bu formülün öyle yüzeysel gibi durduğuna bakmayın, bu konuyu 4 saat konuşarak sonuçlandırdık!!!
"Rutine dönüşen her şey sıkıcıdır aslında. Ya bu yüzden komşunun çimeni bahçesindeki çimen bize hep daha yeşil gelir, her zaman."
Yine yazının içeriğiyle birebir bağdaştıramadığım, ama az önce bir sitede okuyunca bana yazı akışında iyi gelen bir Kaybedenler Kulübü repliği ile sonlandırayım o zaman.
Rutin ya da standart olmayın, hiçbir şeyde. Normalleştirmeyin her şeyi, bırakın biraz sizi normalleştirmeye çalışsınlar. Baktınız benim gibi rutin arayışlarınız var, onu en sağlıklı şekilde yaratacak insanlarla olun. Ve en önemlisi de, kendi bahçenizin daha yeşil olduracağına sizi inandıracak arkadaşlıklar kurun sevgili okurlar.
Yine arada gelin burdan yardım alabilirsiniz. (Şaka) Hoşça kalın!
コメント